Üçüncü Dalga Kahve: Alternatif Bir Bakış

0 yorum


Pek popüler tabiri ile “üçüncü dalga kahve” olarak adlandırılan bu akım dünyada olduğu kadar Türkiye’de de son derece hızlı bir ivme ile hayatımıza giren, uğruna kitaplar yazılan, festivaller düzenlenen, filmler çekilen oldukça güçlü bir akım. Fakat bu olgunun ne kadar kalıcı olacağını bilemiyoruz. Ama yine de üçüncü dalga kahveciliğin geçmişinden bugüne akıbetini inceleyerek geleceğe dair bir fikir sahibi olabiliriz.


Gıda Sektörü, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde, artan dünya nüfusunu kapitalist mantık içerisinde besleyebilmenin yolunu kolay ve çabuk bir şekilde ulaşılabilen bir hale getirmek için hızlıca sanayileşmede buldu. Böylelikle birinci dalga, nam-ı diğer granül kahve süpermarketlerde yerini aldı.


70’li yılların başında tabiri caizse Avrupa’ya özenen Amerika Birleşik Devletleri, İtalya’da Espresso ile tanışıp ikinci dalga kahve’yi evimiz ve işimiz arasına soktu. Ve hala günümüz dünyasında da ikinci dalga kahvecilik, varlığını, çoğunuzun ellerindeki üstünde isimlerinizin yazdığı karton bardaklarda sürdürmekte. O yıllarda Orta Amerika ve Afrika’daki toplanan kahve çekirdekleri genellikle kooperatiflere ya da aracılara satılıyordu. Ve bu durum da toplanan tüm iyi ve kötü hasadın kalite kontrolü yapılmadan birbirine harmanlanması demekti. Artık Espresso’nun Expresso olmadığını zincir kahvecilerde çalışan “Barista”’lar sayesinde öğrenen insanlar bu zincir kahvecilere gidip Latte, Cappucino, Flat White, Cortado, Americano gibi sütlü ve sütsüz Espresso bazlı kahveler ile kaynaşmaya başladılar. Ve tabii ki Filtre Kahve ile de. “Barista”ların görevi bu noktada kahve kültürünü yaymak ve gelenleri ihtiyaçları doğrultusunda doğru ürünlere yönlendirmekti. Bu detaylar da kimi zaman kusursuz bir hizmet, kimi zaman lezzetli bir kahve, kimi zaman da arkadaş olmaktı.


2010’ların başında ise kahve “nerd’lerinin meraklı doğası sayesinde kahve türlerinin arasında ciddi şekilde tat, lezzet, aroma farklılıkları olduğu fark edildi ve bu da kahve’nin yetiştirilmesinden toplanmasına, kavrulmasından demlenmesine kadar radikal bir bakış açısı sağladı. Dünya’yı gezmeye başlayan “nerd”ler, çiftçiler ile iletişime geçip direkt olarak kahve’yi kaynağından temin etmeye başladı. Böylece hem çiftçi bilinçlendi ve kalkındı hem de kahve kavurucuları “single origin” çekirdeklere kooperatif ya da aracı olmadan ulaşmaya başladı. Artık kahve de viski, şarap, çay gibi nitelikli içecekler arasında yerini aldı. Hem nitelik hem prestij ürünü olan kahve günümüz dünyasında dünya çapında şampiyonalar (kavurma, demleme, barista, tadım, latte art, cezve/ibrik), festivaller, eğitimler düzenleyerek eğlence kültürümüzün de bir parçası oldu.


Artık çoğumuz güne kafeinsiz başlayamıyoruz. Bu bizim modern hayata tutunmamızdaki en yakın destekçilerimizden biri. Kendimizi ismimizin yazdığı bir karton bardakta ya da büyük sıcak bir fincanda ya da cam bir bardakta iyi hissedebiliriz. Üçüncü Dalga Kahvecilik bugün tüketim toplumunun katkılarıyla kapitalist sistemde yerini “Dark Roast”, düşük kalite, standartlaşmış zincir kahvecilere bırakan kavuruculara ve “Super Specialty”ciler noktasına gelmiştir. “Super Specialty”ciler sayesinde artık insanlar “Natural Process”, “Honey Process”, “Anaerobic Process” gibi çekirdek işlem ve fermantasyon süreçleri ile fincanlarında tanışmışlardır. Artık bu sayede “Baristalık”, insanların gözünde Latte’nin üzerine kalp çizen, dövmeli/küpeli, uyuz, kimi zaman ukala, sadece bir üniveriste öğrencisinin harçlık kazanacağı bir iş olmaktan çıkmış, gerçek bir meslek haline gelmiştir. Her ne kadar teknoloji bir “Barista”nın yaptığı kahvelerin hepsini bir makinenin yapmasına imkan sağlasa da, insanoğlunun sosyal bir varlık olmasından kaynaklı bu durum da bizlerin günümüzde kafelerde bu ihtiyacımızı gidermemizi sağlamaktadır.


Hayatımıza Üçüncü Dalga Kahvecilik ile giren renk yeni deneysel süreçler ile keyfimize, düzenlenen etkinlikler ile eğlence kültürümüze, hem sosyalleşmemize hem de güne zinde başlayabilmemize katkıda bulunmaya devam ediyor ve etmeye de devam edecek gibi duruyor...